siyar

Sitemizden yararlanmak için üye olunuz.

Join the forum, it's quick and easy

siyar

Sitemizden yararlanmak için üye olunuz.

siyar

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Maksat Muhabbet


    Mükemmel bir yazı Sadece 5 dk 10dk ayırın ve okuyun

    $iyar
    $iyar
    Admin
    Admin


    Erkek
    Mesaj Sayısı : 149
    Nerden : İstanbuL
    Lakap : Staj-Yer'im xD
    Points : 1
    Reputation : 0
    Kayıt tarihi : 31/05/08

    Mükemmel bir yazı Sadece 5 dk 10dk  ayırın ve okuyun Empty Mükemmel bir yazı Sadece 5 dk 10dk ayırın ve okuyun

    Mesaj tarafından $iyar Paz Haz. 01 2008, 20:19


    - "....ilinde devriye görevini yerine getiren

    .... aracına açılan ateş sonucu" güvenlik

    görevlisi şehit oldu.



    Ya da

    - ".....ili kırsalında teröristlerce döşenen

    mayının patlaması sonucu" asker yaralandı..



    Bu nasıl başlar biliyor musunuz?



    Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının

    buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.



    Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından

    geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her

    yanını kaplamıştır.



    Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay

    kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı

    avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan

    çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi

    sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın,

    ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz,

    ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep

    olur.



    Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden

    omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak

    çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.



    Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir

    ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından

    çıkan sesi duyarsınız.



    Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin

    sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında

    ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat

    seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir

    yerinizdeki

    küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin

    vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan

    yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı

    tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar

    duyarsınız.



    Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki

    arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın

    teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini

    ayrı ayrı duyarsınız.



    Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes

    alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da

    duyarsınız.



    Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her

    biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.



    Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur,

    postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar

    önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri

    gibi yapışmıştır.



    En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı

    yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok

    büyük bir lükstür o anda. Çünkü...



    Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın

    arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp

    bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.



    Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet

    diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye,

    kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce

    yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve

    ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.



    Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve

    şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.



    Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz,

    bayrağınız ve onurunuzdur.



    İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap

    değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür

    bütün o düzensiz sesler güruhu.



    Sonra!..



    Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı

    kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör

    kablosunu kestiği gibi... Bir anda... Kuşların

    sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları,

    çekirgenin kanat sesleri; hepsi bir anda biter.



    Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı

    değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu

    anlamanız birkaç saniye sürer.



    Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et

    kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını

    fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız.



    Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür

    ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini

    duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya

    başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama

    başaramazsınız.



    Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın

    sesleri arasında "mayın" kelimesini ayırt

    eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun

    ağrıyı fark edersiniz.



    Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını

    hissedersiniz.



    Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise

    parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın

    farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar.



    Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra,

    nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve

    yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz

    biter ve yeniden, yeniden ve yine...



    Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size,

    "fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara"

    gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız

    konuşurken de, helikopterle hastaneye ****rülürken de

    artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep

    bir soru çınlar kafanızın içinde "neden ben,

    neden ben, neden ben ?"



    Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde

    geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim

    altından takılı olan ve her akşam yatarken veya

    banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak

    artık bir uzvunuz olmuştur.



    Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız

    sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın

    ne önemi vardır ki!



    Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi

    havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi

    yoktur. Vatan sağ olsun yeter.



    Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle

    Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız

    vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans

    sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık

    duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.



    Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz,

    Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık

    olursunuz, "koçlar gibi satanları"

    görürsünüz.. Türk Bayraklarının yakıldığını,

    görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak

    elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini

    görürsünüz.



    Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor

    seslerini, helikopterlerin kanat seslerini,

    piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz

    ama duyamazsınız.



    Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne

    örtülen çaputlara "bayrak" diyenleri

    görürsünüz, "uçaklarını çek",

    "valiyi çek" diyen başkanları ve

    karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.



    Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz

    tarafından,"çete" diye suçlandığını,

    yargılandığını görürsünüz.



    Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene

    ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul

    yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece "ben

    bir şey yapmadım" demelerinin esas kabul edilip,

    "suçsuz"

    sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.



    Susanları, konuşması gerektiği halde susanları

    görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler

    her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz

    yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her

    defasında.



    Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize

    akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi

    kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz

    değerlerinize akar.



    Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde

    aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları

    yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız:

    "Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık,

    kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün

    önünde miydi yoksa?"diye sorarsınız kendinize.



    Onlara verilen maaş'ın sizin

    vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz,

    uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar

    sevmediklerini düşünürsünüz.



    Bu vatan onların da vatanı değil mi?



    Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin

    üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi

    kendinize.



    Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir

    askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz,

    beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir

    aklınıza": VATAN, SANA CANIM FEDA"



    Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,

    böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam

    edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız

    ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene

    ya da bu ihaneti bitirene kadar.



    Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen

    insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size

    rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler

    yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da

    televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.



    Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki,

    minicik karelerde okuduğunuz;



    "...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının

    patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi

    yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa

    değildir.



    Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına

    geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası

    maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna

    "şehit" deyip Türk bayrağı örten kadının

    haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız

    bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve

    asla unutulmayacaktır.



    Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri,

    "ne için?" dendiğinde "vatan

    için" diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen

    yapmaya devam edeceklerdir.



    Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,

    sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu

    kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar

    yaşanmaya devam edecektir.



    Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik

    örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size

    rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar,

    sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük

    çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.



    Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizing

    umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı,

    birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya

    döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri

    daha tüm bunları yaşayacak.



    Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam

    biçimi bu. Masalarda oturup "aydınca"

    sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?



    Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine

    koyasınız diye "siz" diyerek yazdım, sizin

    onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.



    "Siz" kim misiniz?



    Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!



    Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.



    "Siz" de bilin ki biz asla

    unutmayacağız.



    "VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN "


    Belki aranızda bu yazıyı bilenler vardır. Ama illaki bilmeyen veya okumayan arkadaşlarımız vardır. İlginize şimdiden teşekkür ederim....

      Forum Saati C.tesi Kas. 02 2024, 15:35