- "....ilinde devriye görevini yerine getiren
.... aracına açılan ateş sonucu" güvenlik
görevlisi şehit oldu.
Ya da
- ".....ili kırsalında teröristlerce döşenen
mayının patlaması sonucu" asker yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının
buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz.
Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından
geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve hatta elbisenizin her
yanını kaplamıştır.
Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay
kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı
avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan
çeliğin kokusu avucunuzun içine ve elinizi
sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın,
ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz,
ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep
olur.
Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden
omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kült ağrıları ancak
çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.
Bastığınız her taş parçası, her çalı ve bir
ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından
çıkan sesi duyarsınız.
Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin
sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında
ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat
seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir
yerinizdeki
küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin
vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan
yeşil çekirgenin küçücük cüssesine rağmen çıkardığı
tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar
duyarsınız.
Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki
arkadaşınızın ve arkanızdaki arkadaşınızın
teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini
ayrı ayrı duyarsınız.
Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes
alışlarını duyarsınız, öksürmesini ve hapşırmasını da
duyarsınız.
Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her
biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye.
Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur,
postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar
önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri
gibi yapışmıştır.
En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı
yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir. Ama bu çok
büyük bir lükstür o anda. Çünkü...
Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın
arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp
bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet
diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye,
kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce
yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve
ihaneti yok etmeniz gerekmektedir.
Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve
şerefin üzerine yemin etmişsinizdir.
Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz,
bayrağınız ve onurunuzdur.
İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap
değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür
bütün o düzensiz sesler güruhu.
Sonra!..
Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı
kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör
kablosunu kestiği gibi... Bir anda... Kuşların
sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları,
çekirgenin kanat sesleri; hepsi bir anda biter.
Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı
değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşmüş olduğunuzu
anlamanız birkaç saniye sürer.
Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et
kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını
fark edersiniz, temizlemek için çalışmazsınız.
Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür
ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini
duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya
başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama
başaramazsınız.
Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın
sesleri arasında "mayın" kelimesini ayırt
eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun
ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını
hissedersiniz.
Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise
parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın
farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar.
Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra,
nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve
yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz
biter ve yeniden, yeniden ve yine...
Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size,
"fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara"
gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşınız
konuşurken de, helikopterle hastaneye ****rülürken de
artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep
bir soru çınlar kafanızın içinde "neden ben,
neden ben, neden ben ?"
Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde
geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim
altından takılı olan ve her akşam yatarken veya
banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak
artık bir uzvunuz olmuştur.
Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız
sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bir bacağınızın
ne önemi vardır ki!
Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi
havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi
yoktur. Vatan sağ olsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle
Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız
vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans
sağladığını okursunuz. Aynı dillerin bundan pişmanlık
duymadıklarını söylediklerini de okursunuz.
Pamuk'ları, Dink'leri, okursunuz,
Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık
olursunuz, "koçlar gibi satanları"
görürsünüz.. Türk Bayraklarının yakıldığını,
görürsünüz. Başlarına çuvallar geçirilip aşağılanarak
elleri arkalarından bağlanan Türk askerlerini
görürsünüz.
Bu aşağılanmaya cevap verecek tankların motor
seslerini, helikopterlerin kanat seslerini,
piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz
ama duyamazsınız.
Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne
örtülen çaputlara "bayrak" diyenleri
görürsünüz, "uçaklarını çek",
"valiyi çek" diyen başkanları ve
karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz.
Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz
tarafından,"çete" diye suçlandığını,
yargılandığını görürsünüz.
Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene
ateş eden, yol kesip soygun yapan, köy yakan, okul
yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece "ben
bir şey yapmadım" demelerinin esas kabul edilip,
"suçsuz"
sıfatıyla serbest bırakıldığını görürsünüz.
Susanları, konuşması gerektiği halde susanları
görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler
her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz
yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her
defasında.
Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize
akar, inandıklarınıza, uğrunda savaşarak kendi
kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tuttuğunuz
değerlerinize akar.
Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde
aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları
yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız:
"Biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık,
kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün
önünde miydi yoksa?"diye sorarsınız kendinize.
Onlara verilen maaş'ın sizin
vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz,
uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar
sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi?
Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin
üstüne yemin etmedi mi? diye sorarsınız kendi
kendinize.
Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, on beş yaşında bir
askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz,
beyninize ve yüreğinize nakşettiğiniz sözler gelir
aklınıza": VATAN, SANA CANIM FEDA"
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası,
böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam
edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız
ihanetle, her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene
ya da bu ihaneti bitirene kadar.
Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen
insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size
rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler
yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz ya da
televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki,
minicik karelerde okuduğunuz;
"...ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının
patlaması sonucu, bir güvenlik görevlisi
yaralandı!" haberi aslında o kadar da kısa
değildir.
Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına
geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası
maceralarına, ya da uyuşturucu komasından ölen oğluna
"şehit" deyip Türk bayrağı örten kadının
haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız
bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve
asla unutulmayacaktır.
Ve siz unuttuktan sonra da başka birileri,
"ne için?" dendiğinde "vatan
için" diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen
yapmaya devam edeceklerdir.
Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen,
sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu
kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar
yaşanmaya devam edecektir.
Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik
örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size
rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar,
sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçücük
çocuklarını düşünmeden vakfedilen hayatlardır.
Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizing
umurunuzda mı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı,
birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya
döndükçe, Türk vatanı ve Türk Bayrağı için birileri
daha tüm bunları yaşayacak.
Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam
biçimi bu. Masalarda oturup "aydınca"
sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?
Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine
koyasınız diye "siz" diyerek yazdım, sizin
onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
"Siz" kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
"Siz" de bilin ki biz asla
unutmayacağız.
"VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN "
Belki aranızda bu yazıyı bilenler vardır. Ama illaki bilmeyen veya okumayan arkadaşlarımız vardır. İlginize şimdiden teşekkür ederim....